Son izlediğim dizi, Muhteşem Yüzyıl’dı. Yapılacak bu kadar iş varken, bir de her hafta saatlerce ekranın karşısında vakit geçirmek herhalde bir zaman kaybından başka bir şey olmazdı.
Son haftalarda bir “Dilber Dansı” kavramı herkesin dilindeyken bu nasıl bir şeymiş diye merak ettim. Benim için telefona indirdiler. Ama yalnızca dansı değil, İnci Taneleri filminin birinci bölümünü seyredince bu dizinin izlenmesi gerektiğine karar verdim. Onu yalnızca dizi izleme alışkanlığı olan kadınlar değil, sanırım bu kez toplumun çarpık yanlarını sinemada görmek isteyen herkes izliyordur veya izlemelidir.
Öğretmen Dünyası Dergisinin son yazı işleri müdürü, edebiyatçı arkadaşım Mustafa Pala’nın bu yıl yayımladığı “Sinemada Eğitim, (Eğitim Temalı 41 Film İncelemesi)” (Karina Yayınları) kitabına girecek bir filmle karşı karşıyayız.
Türkiye’de devrimin yükseldiği dönemlerde Yılmaz Güney gibi sanatçıların çevirdiği filmler, düzenin esaslı bir eleştirisini yaparak topluma sınıf bilinci vermeye çalışırlardı. İçinde bulunduğumuz yenilgi döneminde de güzel filmler çevriliyor. Bunlar toplumdaki çarpıklıkları dolaylı yollarla ele alıyor ve sistemin aksaklıklarını imalarla, dolaylı yollarla fakat esaslı bir dünya görüşüne bağlı olarak ekrana yansıtıyorlar. Sanat ve edebiyat gibi sinemada da hâlâ muhafazakârlığın borusu ötmüyor. Toplumu muhafazakâr bir dünya görüşünde koşullandırmada ellerindeki devlet imkânlarını kullanma yoluna gidiyorlar.
İnci Taneleri, mizah ögeleri de taşıyan apaçık bir eğitim dizisidir. Başrollerinde bilgeliği her tutumundan anlaşılan bir edebiyat öğretmeni (Yılmaz Erdoğan) olması, bunun için bir fırsat olarak kullanılmış.
Filmin çevre olarak bir emekçi mahallesinde geçmemesi, işçi patron veya köylü-ağa ekseninde kurgulanmaması onun doğru mesajlar veremeyeceği anlamına gelmez. Devrimci tutum, yaşamın her kesiminde her yerde geçerlidir. 19. Yüzyıl Rus edebiyatı da gücünü bu tutumdan alıyordu. Film, günümüzde yaygın kadın cinayetleri, özel okulculuk ve belki toplumun az bir kesiminin devam ettiği pavyon hayatı, suç örgütleri ekseninde, onsuz olamayacak duygusal ilişkiler eksenimde gelişiyor. Oyuncuların hepsi, üstlendikleri karakterleri başarıyla canlandırıyor.
Dizinin önemli sayılacak bir yanı da dildeki yozlaşmaya karşı direnmesi. Bu görev de edebiyat öğretmenine (Yılmaz Erdoğan) veriliyor. Şimdiye kadar “tabiki” sözcüğünün “tabii ki” olarak yazılıp söyleneceğini, hele buna bir “de” daha eklemenin (tabii ki de) yanlış olduğunu güzellikle anlatan ve bunu kabul ettiren sabırlı öğretmenin tutumu, dizinin bir eğitim filmi olma özelliğini güçlendiriyor. Hele, derse ilgi göstermeyen çocukların tatlı dille ve uygun yöntemlerle nasıl başarılı hâle getirileceği işe başlı başına üzerinde durulacak bir olay.
Dizide olaylar ve tipler belki de bu sanatın özelliğinden kaynaklanmakta oluşundan aşırı tiplerden seçilmiştir. Pavyon patronu, dansçısı, şirket yöneticisi, özel okul müdürü, burjuva kızı, hayırsız evlat bunlardandır. Öğretmen de az bulunur tiplerdendir ama örnekleri yok değildir.
Filmi izlerken aklıma ikide bir “Acaba diziyi öğrencilerimden izleyenler var mı? Öğretmen-öğrenci ilişkileri açısından beni filmdeki öğretmene benzeten var mıdır? diye düşündüğümü, hatta bunu evde seslendirdiğimi itiraf etmeliyim.
Toplumun devrimci sanatçılara her zaman ihtiyacı vardır. Onlar hikâye, roman, şiir, resim, mimari, müzik gibi alanlarda olduğu gibi çağımızın ürünü sinemacılara da büyük görevler düşüyor. Hele toplumsal değerlerin gitgide çürütülmeye çalışıldığı bir dönemde.
Mustafa Pala, kitabının ikinci baskısı yapılırsa mutlaka İnci Taneleri’nden de söz edecektir sanırım.
İnci Taneleri, benim gibi hiç sinema yazısı yazmayan birine bile bu yazıyı yazdırdıktan sonra… (16 Şubat 2024)